yağmurla gelen toprak kokusu
su hani hepimizin birgün bırakaçagi ve fakat o günun henuz bugün
olmadigi sigara durumlari var ya gencleri ondan vazgecirmek için bugünlerde
avusturyada degisik bi taktik uyguluyolar : hemen herkesin cigara ictigi bi
yerde icmemenin çok 'cool' oldugünu isliyolar, tabi ya en degisik sen oluyosun
icmeyince.. ama bu ince taktigin de pek ise yaradigi söylenemez, heryer duman
alti...
geçen seferden akillanmadigim için partisi yine benim evimde oldu AEGEE
tayfasi olarak tertipledigimiz Christmas in Vienna olayinin.. aslında o
kisminda garip bişey yok, zaten koskoca treasurerden beklenen de budur ama
allah duydu ve 'karşız christmas toplantisi olur mu?' diye kar
melegine azari basti galiba ki burda kic donduran bi soguk başladi
aniden... ulen sabah karlarin altında arabayı bulsam bile
kapısini acamiyom ki soguktan... yaziyla eksi yedi derece gün
içinde...(aha tam bu noktada odaya 2si melek 1i noel baba kıyafetli 3
kız girer ve 'merry xmas' deyip cikolata verip giderler.. seviyom lan ben
burayi...)
bura deyince : yine ofisi tasidik.. artık plaza calisani oldum :
ama oraya kart sok, buraya sifre yaz, asansor.. bunnar bana gore şeyler
değil yaa.. daha kaç gün oldu ki mecidiyekoyde kepenk kapatiyoduk her
akşam...
ama adamlarin hakkını vermek lazım daha biz gelmeden
herşey hazirdi : 53 numarali park yerimi gordugumde anladim ki bütün
binada asansore en yakın, en genis, en kolay park edilen yeri bana
ayirmislar... yalnız herkesin park yerinde sirketinin amblemi varken
benimkinde niye mavi zemin uzerinde beyaz bi tekerlekli sandalye resmi var
henuz cozemedim....
hani bişeyi sonradan yapinca bokunu cikarmak adeti vardir ya,
serbest piyasaya 'sonuna kadar' geçen polonyada taksi fiyatlari serbest
bırakılmis -bunu ilk defa gordum- ... degisik taksi firmalari degisik
fiyatlandirma uyguluyo : yani bi yere giderken başka donerken başka
bi hesap yazabiliyo o anki halet-i ruhiyesine gore taksimetre denen kendini
bilmez.. yine de benim gibi 16 kaat verip gittiginiz yolu 50 kaada geri
donerseniz bilin ki kaziklanmissinizdir... Gerçi son İstanbul gelisimde
taksimden perpaya giderken çok konusmasin diye 'abi misafirsiniz galiba?'
sorusuna 'he he' dedigim pezevenk sofor halic turu attirmaya kalktigindan
polonyaliya agiz tadiyla kızamiyorum...
ama asıl hikaye romanyadan; hepimizin başkani negatif IQlu
bush geliyo diye sokaklarin temizlenip, kaldirimlarin boyandigi, hatta dilenci
ve 'hirpani' sahislarin bi sure 'gozden uzaklastirildigi' bukrese gittim 3-5
hafta once : adamlar NATOya kabul edildiler diye o kadar sevindiler ki hani
Hagi futbola yeniden donmus olsa bu kadar olurdu..
neyse hikayemiz bi restoran da geciyo.. yoresel kıyafetleriyle
(sile bezi) yoresel yemekler (sarmala = sarma) sunulan ve yine yoresel bi takim
muziklerin ve oyunlarin yapıldıgi bi mekan... biz romen sarabinin
derinliklerinde yuzerken iceri giren gelinlikli bi kız masalar arasinda
söyle hızlı bi tur attiktan sonra koluma yapisip beni sahneye cekti..
icimden 'tanrım neden ben?' derken bi yandan da noolacagini bilmeden zaten
olayin ilk aninda cizilmis olan karizmayi nasıl toparlayacagimi dusunmeye
başladım... tabi o karizmanin bi daha asla toparlanamayacagina
adamlar beni bi sandalyeye oturtup damat trasina başlayinca uyandim ama
çok gecti.. daha sonra dans ederken adini ogrenme sansi buldugum sevgili
transilvanyali esim -ya yazarken bile urperiyo insan- Poula, artık nereye
gidersem gideyim benle gelecegini söyleyerek harbi bi dracula gerilimi yaratti...
Bunnarin
Nato hikayesi de bizim ABye benziyo.. bi allahin kulu da cikip demiyo ki
'kardes sen bu güzellikleri niye kendi halkin için ve kendi kendine yapmiyosun
da elaleme yalakalik olsun diye yapiyosun ?' onun için de yapilan herşey
atin bi organindaki kelebege benziyo, sırıtıyo...
neyse
bu konu ancak rakı masasında detaylandirilir diyor ve at
demişken bu eşşek romanyalilarin o akşam yediğimiz
etin at eti olduğunu ertesi gün söylemelerini bi daha
kınıyorum...
geçenlerde
laptop'ı çaldırışımın sene-i devriyesiydi...
türkh polisinden hala bi tık yok ama her allahın günü küfrediyorum
goturenlere.. ya bi insanın bi elektonik aletle bu kadar çok şey
paylasmamasi, paylasiyosa da dizinin dibinden ayirmamasi gerekiyomus demek ki..
sene-i devriyesi olan tek laptop değil tabi : epeydir dolanmaktan
bi şey yazamadim ama arada 30u devirdik.. değisen pek bişey yok
-artan aklar dışında- desem de 20lere geri dönemeyeceğini
bilmek ürkütücü...
hani cogünuzun bildigi 'senenin en kötü ayi ve en kötü günu' sorum vardir
ya benim, doom günumu söyletmek için; onu burda yaptigimda insanlarin cogu
senenin en kötü ayinin ocak oldugünu soyluyo... oysa yeni bir yildir, yeni
başlangic ve umutlardir bana gore ocak ayi, ama onlar bu konuda
israrli...nedenini şimdi anladim; bu xmas ve yeni yil için sehri o kadar
güzel suslediler ve o kadar aksiyon var ki, ocakla birlikte bunlarin sona
erecegini bilen ocagi sevmez tabii... sehrin havasi da öyle degisti ki insanin
durduk yerde romantik olasi geliyo, allahtan yabanci dilde pek ask olmadigini
erkenden ogrendik de komik durumlara dusmuyoz...
duygusallikta sinifta kalsalar da bu avusturyalilarin takdire deger
yanlari da yok değil; misal senenin degisik donemlerinde biraraya gelmek
ve eglenmek için degisik nedenler bulabilmeleri : bira, most, strum (aziz çok
sevmisti), sarap günlerinden sonra şimdi karla birlikte punsch ve
gluhwein... açık havada 'muhabbet' esnasinda tuketiliyo...
Yine
de Kavafis 'Yeni bir ülke bulamazsin. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen
gene aynı sokaklarda dolasacaksin. Aynı mahallede kocayacaksin;
aynı evlerde kir düsecek saçlarina.' derken hakliymis galiba.. ve fakat
herşeye ragmen ben nereli olduguma karar vermemeye karar verdim, her ne
kadar 'sen benim hicbirşeyimsin' dedigin insanlarla birlikte vakit
gecirmek kolay olmasa da..
bi de
guzun o kadar çok yağmur yagiyo ki yağmurla gelen toprak kokusu yok
burda...