bir tilki gordum sanki...

 

O zamanlar sprey boya piyasada yoktu ve 'grafiti' kelimesi de türkçeye girmemisti daha ama çoçuklugumun puslu anilarinda bir 'grafiti' var : Tokat Belediyesinin kirmizi renkli 3 ve 4 numarali otobuslerinin kerpicten minik bir klube gibi yapilmis ve son gittigimde yerinde yeller estigini gordugum son duraginin sivasi nasılsa dokulmemis bir bolumune kursun kalemle yapilmis bir tilki resmi... T den kafa ve diger harflerden ayaklari ustaca yerlestirmisti kim oldugünu asla ogrenemeyecegimiz 3. tekil kisi...

 

Yine o zamanlardan kalan ve benim için ciddi bir merak odagi olan Ness Golu canavarini aramaya giderken edinburgdan iskoc topraklarinin derinliklerine, mercedesin ayarsiz farlarinda iki saniye de olsa kızil bir tilki gorduk... Sasirdik ve sevindik; zeki, cevik ve aynı zamanda iyi ahlakli olan tilkiyi gormek zordur.. pek hazzetmezler 2 ayakli 'kurnaz'larin yasadigi topraklardan..

 

Geçen hafta hayatta ilk defa ingiliz sterlini cinsinden param oldu.. Ozkana iade-i ziyaret yapip Birlesik Kralligin baskentini sereflendirdim. Gerçi kraliyet ailesi bana yalova kaymakami gibi davrandi ama olsun kendileri kaybeder... bi tek metro (onnar ukala bi sekilde 'tuub' diyo) calisanlari 1 günluk grev yapip kutladirlar gelisimi, memleketin aaazina zicildi...

 

Türkiyede uzun zamandir goremedigim Sidikayla Oozun londraya 1 haftada entegre olduklarini gormek ve yeni alemlere dalmak güzeldi (Ceren, Aybarsi goturmedik.. walla..) Havanin 15-20 derece oldugünu ve yağmur yagmadigini söylemiycem inanmazsiniz...

 

Giderseniz iskocyaya sato duvarlarinda, binalarda ve hatta bazi ağaçlarda yerden 170 cm kadar yuksekte cesitli cukurluklar goreceksiniz.. onlar büyük bi istahla aldigi fotograf makinasini viyanada unutan arkadaşinizin kafa izleridir.

 

'Bişeyi yaptin mi hakkini vereceksin' dusturundan yola cikip, bu artık dalginlik mi, unutkanlik mi yoksa salaklik mi dersiniz özelligimi zirveye tasimakta oldugumu macar yollarinda sabah egitime yetismek için surat yapip akşam otele gelince cuzdani -ve paraçıklari ve kredi kartlarini ve kimlikleri ve hatta ehliyet ve ruhsati- viyanada bıraktigimi farkedince anladim... Allahtan macar polisi karga bokunu yemeden vazifeye başlamiyor...

 

Bu macaristanda kendimi acayip memlekette hissediyorum, herşey kaotik... üstüne geçenlerde 'beni sizin normal hayatinizda gittiginiz bi restorana gotur' dedigim ve benim türk oldugumu bilmeyen kızcagazin 'super biyer' diyerek goturdugu restoranin adi 'saray' cikti, gelsin karniyarik gitsin dolmalar... Aslında bi macar lokantasina gidince de durum pek degismiyo :'bunu başka yerde bulamazsin çok güzeldir' diye tavsiye ettikleri 'torhonya'dan ismarladim; -Ramazan anneninkilerle yarisamaz tabii ama- istinye günlerini hafif bi tebessumle hatirlatan ve 'ulen bunun yanina şimdi bi de makarna lazımdi, civcivi acin, mete masayı bosalt' dedirten 'tarhana' çıkageldi...

 

Bunca kadar yemek bahsi gobek yapmaya başladigim anlamina gelmesin; cogu zaman sirf sigaraya altlik olsun diye bişeyler yiyorum... maillerimi okurken iclerinde sigara icmek istegi dogduğunu söyleyen 3-4 arkadaşima da 'bosverin, inceldigi yerden kopar' diyorum.. geçen evi toplayinca saydim, 9 ayrı cesit toplam 32 paket cikti evden... her sabah kendime kufredip her akşam 'ulen hayatta kaç şeyden zevk aliyoz ki?' diyorum...

 

bi de alkol var tabii... birminghamin kuzey çıkışında hemen bi kilisenin dibine insaa edilmis 'the president saddam hussein camii'ni gorunce yasadigim dumurun benzerini türklerin alkol almadigini dusunen bi hatuna yasattim...  20 yillik inancini kokunden yiktigim hatun bu 'keşfini' abisine anlatmış... Onun almancadan ingilisceye benim de üstüne türkçeye çevirerek anlamaya calistigim dizeleri vermis eleman bunun uzerine ve eger sairi biliyosam benle gorusebilecegini yoksa vakit kaybetmemesini söylemis kardesine:

 

yasamak, bir ağaç gibi tek ve hur ve bir orman gibi kardescesine...

 

Iskoc daglarinda on siralardaki bodur ağaç ve calilari bi sekilde kaybeden ormanlardaki uzun camlarin ruzgar karşısinda kibrit copu gibi caresiz kaldiklarini gormek kardesce yasamanin onemini bir kez daha hatirlatti...

 

özellikle 12 Eylulun 22. sene-i devriyesi pek bi sessiz gecince.. Oysa ustad Zeki Muren'in olumunden sonra iyice rakıpsiz kalan Kenan Pasa yine formunda, eli cebinde oldugu için fransiz yetkiliyi azarliyor, sadece holding patronlarinin -nedense (!)- sevdigi resimleri yapmaya devam ediyor; servetinden dolayi Time'a kapak olan Tahsin Pasanin paralari nerde yedigi ise hala mechul...

 

Sonucta Loch Ness'in sevimli canavari Nessie'yi goremedik, zaten bi kisim insan onun ancak bikaç şişe viskiden sonra gorulebildigine inaniyor... O zaman -artık- içince araba kullanmayan beni, sabahin 4unde kavaktan sariyere girerken boz bir tilki ile goz goze getirecek kadar sarhos eden yanimdaki güzel miydi yoksa ?