Lacivert Ülke

 

Fidanlıkta eski gazete kağıtlarını katlayıp anacığının yaptığı hamurla yapıştırarak kesekağıdı yaparken ve de ne kadar çok götürürsen götür 50 kuruştan fazla vermeyen köprübaşının büyük burunlu bakkalına satarken, 20 küsür sene sonra aynı işi viyanada yapacağını tahmin etmiyor tabii insan.. Tek adını doğru söylemeyi öğrenmek bile bikaç hafta alan sevgili yeni -10 ay olmuş yaw- şirketimin yaptığı budur : ağaçtan kağıt, kağıttan torba yapmak.. el emeğinin yerini alman mühendis ve işçisinin ürettiği gürültülü makinalar almış durumda olsa da kağıt aynı kağıt, hamur aynı hamur -yok bunu diyemem, anneminkinin yerini tutmaz eloğlunun otomatik kazanlarda yaptığı hamur- 

 

Dışarda Mussoliniden kurtuldukları için sevinen italyanların havai fişekleri, içerde onların dayanılmaz gürültüsü.. Milano'dayım ve otelde garson kerim'le türkçe konuşmanın tadına varıyorum.. şarap güzel, hava kötü.. ve yarın akşam Damlayla buluşacak olmaktan başka çok da bişey umrumda değil..

 

Eskisi gibi yazmadığımdan dem vuranlar oluyo da ara sıra, yazmak için insanin kafasını toplaması lazım oysa ben bavul toplamakla meşgulüm sürekli.. hesap ettim sadece eğitim vermek için 2004un 21 haftasını otellerde geçiriyorum..

 

3-4 hafta önce izin aldım ve evimde oturdum. yaw ben ge'den viyanada kalmak için ayrılmamış mıydım ?

 

bu 21 haftanın 1ini itiraf ediyorum İstanbulda geçirdim. niye 5 yıldızlı olduğunu anlamadığım bi otelde kalıp, 20 sap gavurla vazife icabı mekan gezmekten arta pek vaktim kalmadı, kızmayın.. hasan'a bi bekarlığa veda bile yapamadık.. gider ayak kanımıza giren o güzel gözlü hariç, kayda değer bişey yaşamadım. sabah gülümseyerek uyanmayı özlemişim..

 

geçenlerde ilk defa doğu almanyaya gittim, hani o filmlerde, dökümanlarda gördüğümüz gri, kasvetli yer var ya, hiç öyle değil.. burda da çiçekler böcekler var, yemyeşil, hatta batidan daha yeşil... bi de Berlini gördükten sonra da viyanada çok türk var dememeye karar verdim.. bi de viyanada güneş ve güzel gözlü cerrahımız yok ! bi de bilen bilir pek hızlı muhabbet kuran birisi değilim ama nadiren bazı insanları default kendine yakın hissediyosun, berlinin orta yerinde nevizade keyfi alıyosun..

 

Bu türkiye niye ABye girmek için kıçını yırtıyo ki anlamıyorum: belçikada kiraladığın Lüxemburg plakalı arabayla hollandada da yaptığın hızın cezasını avusturyada ödetiyolar adama çatır çatır... burda malum 'çorba parası' da yok, kuzu kuzu ödüyosun çift sıfırlı Euroları.. (hız da hız olsa içim yanmaz : 120 yerine 126 yapmışım otobanda)

 

Ama yiğidi sadece öldür : bu trafik muazzam bir sosyolojik gösterge, misal bizim memlekette 1 günde niyazi yaptığımız insan sayısını avusturya 1 sene de yakalıyamıyo.. milletin kendine ne kadar değer verdiği 50 yılda 'trafik canavarına' dizgin vuramamasından belli..  olayda bi türklük var tabii ki; her koltuğa kıçını koyan türkh gibi, şoför koltuğuna oturan da kendini 'üstün' zannediyo.. (burda 'üstün' yerine 'bi bok' diyecektim aslında ama utandım).. istatistikçilere rakam olmaktan öteye gidemeyen yaşamlar..

 

Bu 'canavar' hikayesi de ayrı bi chapter açtıracak kadar geniş aslında.. sığ ve derin ve dahi en derin devletlerimizin nedenini iç ve diş mihraklara bağlayamadıkları problemlerde kullandıkları ve olayı bi şekilde yabancılaştıran bir kelime -doğrusu ayak- oyunu.. kardeşim sen ekonomini düzeltmiyosan enflasyon canavarı naapsın ? yüksek rakımlı mevkiilerde şöyle bi hava var 'valla biz elimizden geleni yapıyoz ama canavar bu biliyon mu, söz dinnemiyo'.. de get sensin canavar... van gölü canavarı kadar karakteri olmayan adamlar o koltuklarda oturduğu sürece 'trafik' canavarına can vermeye devam edecez... işin asıl bahtsız yanı canavar kelimesinin aslında 'can veren' anlamında olup sonradan anlam kaymasına uğraması, yoksa bi takım zübüklerin ağzına sakız olmayacaktı garibim..

 

Karakter deyince buyrun : " B... Trafik Müdürlüğü, Belediye Başkanı D.'nin 200 dolar para cezasına mahkum edildiğini ve sürücü belgesine 4 ay süreyle el konulduğunu açıkladı. Bunun üzerine, D., trafik müdürlüğüne giderek ehliyetini polise teslim etti. D., bir kaç hafta önce özel arabasıyla hız sınırını aşınca radara yakalanmış ve hakkında dava açılmıştı."

 

Allah taksiratını affetsin, malum bugün Avusturya Cumhurbaşkanı ebediyete intikal etti, hem de görevi teslim etmesinden bi kaç gün önce..  Insandır ölür tabii ama adam benim evin hemen yanındaki AKH (hastane)de gitti öte tarafa.. Hastanenin asıl özelliği benim evin yanında olması diil, kaba bi benzetmeyle bizim SSK Okmeydanı muadili bi yer olması.. Yani, misal bizim dükkanda hastalanan forklift operatörü de o hastaneye gidiyo, karşı apartmanın kapıcısı da.. Darısı 'beni gavur ve mümkünse amerikan hastenelerine, olmadı burdaki ismi gavurca özel hastanelere emanet edin, parasını da devlet ödesin' diyen büyüklerimize... Burdaki milletvekillerinin işe tramwayla gittiğini felan da yazmak geliyo ama şimdi sırası diil..

 

Neyse aslında sebep sonuçtan daha önemli.. artık bi daha görmem dediğim, dünyanın sonu olmasa da dünyanın sonunun görülebilir olduğu BoZden -ki ge'nin başkentidir- dönerken sobelemiş radar beni.. e kolay diil 3 güzelle bi masada oturmanın bi bedeli olmalı.. ve anlaşılan içi beni dışı eli yakan GEde değisen bi durum yok..

 

Şimdilerde müşterisinin sesini duyan, Rauch üretmeye başladı ama avusturyada vişne suyunu bilen pek yoktu maalesef.. Slovenya'da ingilizce bilmeyen garson içecekler arasında vişneyi saydığında ne ne ne diye durdurup bi daha sordum.. tekrar 'vişne' deyine, hemen kalite kontrolünü yaptık ve sadece isim benzerliği olmadığını anlayınca da yeterli miktarda şişeyi ve bi litre Simirnoffu masaya getirterek hem vişnevodkayı öğrettim elemanlara hem hasret giderdim kendisiyle, validenin yaptiklarinin yerini tutmasa da.

 

Bi de kötü günler için yanimda getirdigimi şişeyi ailemizin barmeni Peter çok sevince, barında VW adı altında satmaya başladı.. (yok araba markası diil, Vişne Wodka).. Gerçi pek tutmamış galiba ki artık bitek bana yapıyo..

 

Bu slovenler enteresan insanlar, avusturyayla aralarında uzun süredir fiziksel bi sınır olmadığı halde hadi gidip avrupaya yayılalım, dememişler.. ismi ve kendi güzel şehir Ljubljana'nin görülesi yerlerinden biri de türkler sehre dokunmadan geçtiler diye bakire Meryem'e teşekkür için yaptiklari anit. bi de donerci Ali var ki onu sonra anlaticam..

 

Geçen hafta yaz üniversitesi başladı, yine hatırlayıp güldük; welcome partisi geleneksel olarak benim evde yapılıyo ya.. geçen yaz, kitapçığı okuyan italyanlar gidip Turizm Info bürosuna 'kubipalas' nerde diye sormuşlar.. kızın yüzünün ne şekil aldığını bilmiyorum ama viyana'da öyle bi saray bilmediğini özür dileyerek söylemiş... italyanların ısrarları ve ellerindeki davetiyeleri göstermeleri üzerine sonra kızcağız herhalde 'müşteri her daim haklıdır, hem bi daha soran olursa yine rezil olmayalım' diyerek benim adresi turizm infonun databankına kaydetmiş... yani viyanada görülesi gidilesi yerler arasında schlagergasse 1/23 de vardı bi ara :-)

 

Şimdi elemanlara 'siz bunu çözün' diye bi soru verdim, ben de bunu yazıyorum.. İnsanın hayatını toplantı odalarında geçirmesi doğaya aykırı... Bi de aslında faniliği tartışılmaz bi takım firmaların, faniliği tartışılmaz bi takım koltuklarında oturan ve dünyayı kurtarıyomuş gibi davranan, hayır dünyayı kurtardığına cidden inanan varlıklarla aynı oda da olmak.. bi yerde bi yanlış yapıyorum galiba... neyse..

 

n'evet, doğru tahmin ettiniz, yukardaki 'hızlı' ve 'harbi' belediye başkanı tabiiki türkh değil, Macar..

 

Lacivert göklü Peşte akşamında oturmuşum..

oturmuşum bir elimde şarap, karşımda Buda,

oturmuşum bir elimde cigara, karşımda Tuna,

oturmuşum yalnız..

 

..yalnızlıkların en kötüsü İstanbulda olani

 

Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır ? demiş attila ilhan..

 

Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı

Karanlık çöktü denize

 

..yalnızlıkların en kötüsü İstanbulda boğaza karşı olanı

 

gurbete kaçacağım

o lacivert ülkeye

kopup yalnızlığımdan

kopup sonsuzluğumdan

gurbete kaçacağım

gurbete tükenmeye..

 

..yalnızlıkların en kötüsü İstanbulda, boğaza ve sabaha karşı olanı